Çok beyendiğiniz bir kumaş parçası, kimi zaman bir peçete, kimi zaman bir marka etiketi, bana kendimce harikalar yaratmam için fırsatlar sunar. İşte bu sefer de çok sevdiğim bir peçetenin desenini gözümün önünden ayırmak istemeyince olan oldu.
Peçetelerimin hepsi de ne markalar. Tabi alırken biliyor muydunuz deseniz hayır, marka tutkumdan ziyade beyenim her şeyden önce gelir. Hepsini desenlerine ve renklerine vurulduğum için etiketlerine bile bakmaksızın aldım. Çok paralar verdiğimi de düşünmeyin sakın, peçetelerimin tanesini sadece 50 kuruşa bakırköy cumartesi pazarından aldım.Renk ahengini tezgahta gördüğümde vuruldum hepsine ve bütün tezgahtaki peçetelerin hepsini aldım. Hem de hiç birine teker teker bakmadan. Satıcı amcayla sonraları kanka olsak da o zaman dediki bana ne yapacaksınız, restorantınız var galiba dedi gülerek. Ben de şimdi yok ama belki bir gün olur dedim. Başladım pazar çantama heyecanla doldurmaya. Dünyaları verseler o sıra, bu kadar sevinir miydim bilmiyorum.
O gün bugün çıkarır bazen gözümün önüne koyar seyre dalarım onları, huzur bulurum o renk cümbüşünde. İşte yine böyle bir andayken arayıpta bulamadığım bir pano yapma fikri doğdu.
Bir zamanlardan kalma straforu peçetenin yeteceği ölçüde keserek başladım panomu yapmaya. Oh be bitti deyince kendime, ne arar durursun sevgi şu hiçbirşey bulamadığın memlekette, bir sürü paralar da vermeye gerek yokmuş hem dedim.
Bir de geçtim karşısına şöyle bir seyre daldım ki sormayın işte küçük şeylerden büyük mutlulukları tatmanın sevincine kendimce bir kez daha vardım…